Ana Sayfa
Aradığınız Herşey Burda
Bati Trakya Videolari
Rumeli Balkan Turkuleri
Dost Siteler
Batı Trakya Tarihi
=> BATI TRAKYA KRONOLOJİSİ M.Ö. 2. Y.Y.
=> Batı Trakya Türk Cumhuriyeti
=> Batı Trakya Türk Cumhuriyeti ve Milli Marşı
=> Bati Trakya Türk Azinliğinin Haklarini Koruyan Antlaşmalar (1878-1923)
=> Osmanlı Türkleri'nin Batı Trakya'yı Fethi
=> TRAKYA'DA CAFER TAYYAR BEY'İN TUTTUĞU YANLIŞ YOL
=> GİRİT ve BATI TRAKYA
=> Halkların Mübadelesi Sözleşmesi
=> Kaynakca
=> YUNANİSTAN’DA BATI TRAKYA TÜRKLERİ VE TÜRK FOBİSİ
Bize Göre 14 Mayıs (Satıldıkmı)
Devlet Bahçeli Batı Trakya’da Akrabasının Mezarını Ziyaret Etti
Dr. Sadik Ahmet
Pomaklar Oz ve Oz Turktur
Pomaklar Oz ve Oz Turktur (English)
Lozan Antlasmasi
Balkanlarda Turk Katliamlari
Balkanda Yasayan Turkler
Kibris
Kerkuk - Musul
Atatürk ve Batı Trakya Davası
Atatürk ve Batı Trakya Türkleri
Niçin 29 Ocak?
Batı Trakya Kronolojosi --> 1921-1923
Sayaç
 

GİRİT ve BATI TRAKYA

   GİRİT ve BATI TRAKYA

 GİRİT: 

             Türkler, Girit’e ilk kez 1341 yılında ayak basmıştır. 1427’de Girit’e amfibi akın yapan Osmanlı Donanması, bu akınlarını 1538’de Barbaros Hayrettin Paşa komutasında tekrarlamıştır. 1645’de Girit’i tümü ile fethetme harekatı başlamış ve Türk hakimiyeti, zaman içinde Kandiye şehri dışında, tüm adaya yayılmıştır. Batı, Kandiye’nin de, Türklerin eline geçmesini önlemek için oluşturduğu bir Haçlı Ordusu ile, bu şehri yıllarca savunmuştur.

Bu savunma harekatı karşısında Girit savaşı 24 yıl, 4 ay 16 gün sürmüştür. Venedikliler daha fazla direnemeyerek teslim olmuşlardır. Böylece Kandiye şehri de 27 Eylül 1669’da fethedilmiş ve tüm Girit adası Türk hakimiyetine girmiştir. Türklerin adayı Ortodokslara göz açtırmayan Katolik Venediklilerden alması, aynen Kıbrıs’ta olduğu gibi adada yaşayan Rumlar tarafından büyük sevinçle karşılanmıştır.

 Fetihten sonra kapanmış olan Ortodoks kiliseleri açılmıştır. Türkler, aynen Kıbrıs’ta yaptıkları gibi, Girit’in boş topraklarının işlenmesi, üretimin artması, ticaretin gelişmesi için camiler, medreseler, köprüler, kütüphaneler, çeşmeler yaparak ülkeyi yeni baştan imar etmişlerdir. Böylece Girit, Türk yönetiminde gelişip zenginleşmiştir.

 

Megali İdea ülküsünü sürekli canlı tutan Yunanistan, Mısır bunalımı sırasında Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu zor durumdan yararlanarak, 10 Ağustos 1839’da koruyucuları olan üç büyük devlete birer muhtıra vererek, Girit’in kendisine bağlanmasını (Ensosis) istemiştir. Ancak İngiltere, Yunanistan’ın yeterince güçlenmediğini ve Osmanlı Devleti karşısında henüz tutunamayacağını göz önünde tutarak Yunanistan’ın bu istediğini kabul etmemiştir. Ama bundan sonraki dönemde İngiltere, Yunanistan’ın yayılma politikasını aktif olarak desteklemeye başlamıştır. Özellikle Kırım savaşından sonra, Yunanistan’ın yayılma politikasını destekleyen İngiltere Yedi Adayı 1864 yılında bu ülkeye bırakmıştır. Bu birleşme üzerine, Rumların bulunduğu Ege’deki bütün adaları ele geçirerek büyük bir Yunanistan kurmak isteyen Yunanlılar, Girit’i de Osmanlı İmparatorluğundan koparmak için, adaya gönderdikleri papaz ve öğretmenlerle Rum halkını içten içe kışkırtmışlardır.

 

Bu dönemde Batılı devletler bugün aynen Kıbrıs için yaptıkları gibi konuyu bir Avrupa sorunu haline getirmişlerdir. Batı basınında Osmanlılar aleyhinde yazılar yayımlamak ve Osmanlı Devletine protesto notaları vermek için sıraya girmişlerdir.

 

Bu kapsamda Rusya, İngiltere ve Fransa’nın desteğini alan Girit Rumları, Yunanistan’dan aldıkları güçle 16 Ağustos 1866 tarihinde ada Müslümanlarını Kıbrıs’ta Akritas Planında yapmak istedikleri gibi bir gecede (30.000 Türk) kılıçtan geçirmiştir. Batılı ülkelerin bu katliam karşısında yıllar sonra Bosna’da olacağı gibi kılları bile kıpırdamamıştır. Bundan cesaret alan ada Rumları geçici bir hükümet kurarak, topladıkları bir Meclis aracılığı ile 2 Eylül 1866’da Enosisi ilan ederek Girit’in Yunanistan’a bağlandığını açıklamıştır. Bu esnada Girit’te 16 Tabur Türk askeri olmasına karşın, Osmanlı Devleti, Avrupa devletlerinin müdahalesinden çekindiği için bu askerleri kullanmamıştır. Bu durumdan daha da cesaretlenen Girit Rumları, Hacı Mihail adlı çetecinin başkanlığında 12 bin kişilik bir kuvvet oluşturarak, Türk halkını katletmeye, etrafı yakıp yıkmaya başlamıştır. Bu sırada Yunanistan da aynen, Albay Grivas’ı Kıbrıs’a göndereceği gibi, Albay Koreneos adlı bir gerilla uzmanını ve birçok Yunanlı subayı Girit’e göndererek, çetecileri organize etmiştir.

 

Barbarlık derecesine varan katliamlardan kaçan Türkler, Kandiye kalesine sığınmaya başlamış, Eylül 1866 sonunda kaleye sığınanların sayısı 50 bini bulmuştur. Bu arada 60 bin civarında Türk ise Anadolu’ya göç etmiştir.

 

Bu gelişmeler karşısında artık daha fazla suskun kalamayan Osmanlı Devleti, Yunanistan’a bir protesto notası vererek, 40 bin askerini Girit’e göndermiştir. Bu arada Yunanistan’dan yapılan silah, cephane ve gönüllü sevkini durdurmak için adayı, ablukaya almıştır. Batılıları kızdırmamak için ilk aylar sertlikle değil, yumuşak yöntemlerle çetecileri durdurmaya çalışan Osmanlı Devleti, 1866 yılı sonuna doğru sert önlemlere başvurarak ayaklanmayı bastırmıştır.

 1830 Londra Antlaşmasıyla belirlenen bağımsız Yunanistan sınırlarının Girit ve Doğu Ege Adalarını dışarıda bırakması üzerine Pan-Helenizm yanlısı Yunan milliyetçileri geçmişte Helen uygarlığının geliştiği ve yayıldığı her yeri ilhak düşüncesiyle harekete geçtiler. Bunun ilk adımı Girit’i ve Ege Adalarını Yunanistan’a katarak Enosis’i gerçekleştirmekti.

24 Temmuz 1908 tarihinde II. Mesrutiyetin ilanından sonra iç politikada meydana gelen karışıklık, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı, Rusya’nın Boğazlar statüsünü lehine değiştirmek istemesi ve Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi üzerine cesaretlenen Girit Meclisi, 5 Ekim 1908 tarihinde adanın Yunanistan’a bağlandığını ilan etmiştir.

Girit Meclisi’nin aldığı bu ilhak kararını Yunanistan hemen kabul ederek Girit’i sınırları içine katmıştır. Fakat Osmanlı Devleti bu ilhaka kesin olarak karşı çıkmış ve Girit yönetiminin bu kararını protesto etmiştir. Büyük devletler de, Bosna Hersek ve Bulgaristan bunalımlarının sürmekte olduğu sırada, yeni bir sorunun daha çıkmasını istemediklerini, bu olayı bir oldu-bitti olarak tanımlamışlardı. Ayrıca büyük devletlerin askerlerinin adadan çekilmesinden sonra, resmi ve özel binalara Rum bayrağı asılmaya başlanmıştır.

 Osmanlı Devleti, bu durum karşısında 3 Kasım 1909’da büyük devletlere bir defa daha başvurarak, Girit sorununun kesin olarak çözümlenmesini istemiştir. Fakat büyük devletlerden, bu konuda daha zamanın gelmediği cevabını almıştır.

 

Böylece Girit, hukuk yönünden Osmanlı Devletine bağlı kalmış, fakat çözümlenmemiş bir sorun olarak 1912 yılına kadar devam etmiştir. 13 Ekim 1912’de I. Balkan Savaşının başlaması ile birlikte, Ege’deki adaları bir bir ele geçiren Yunanistan, Girit’e de asker çıkararak ilhak kararını hayata geçirmiştir.I. Balkan Savaşı sonunda, Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri (Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ) arasında 30 Mayıs 1913 tarihinde yapılan Londra Barış Anlaşmasıyla Girit’in Yunanistan’a ilhakı resmen kabul edilmiştir.

 

Girit olaylarının, başladığı günden itibaren, Yunanistan’a resmen katıldığı tarihe kadar geçirdiği süreç ve bu sürecin gelişme aşamalarının Kıbrıs sorunuyla aşağıda sıralanan birçok benzerliklerinin olduğu görülmektedir.

 a. Girit de, Kıbrıs da Türklerden önce Venediklilerin yönetimi altındaydı. Her iki ada da, Türkler için çok önemli bir stratejik konumda bulunmaktadır.

b. Girit’i ve Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirme emeli Megali İdea ülküsüne dayandırılmıştır.

c. Her iki adada da başlatılan enosis kampanyasının adında Yunanistan ve Rum Ortodoks kilisesi vardır.ç. Girit’te Türk halkına katliamlardan kurtulabilmeleri için Ortodoks dinine geçme teklifleri, aynı şekilde Kıbrıs’ta Grivas tarafından tekrarlanmıştır.

d. Batılıların stratejisi o zaman için Girit’te Osmanlı donanmasını bugün de Kıbrıs’taki Türk Barış Kuvvetlerini adadan çıkarmaya odaklanmıştır.

e.  Girit’te Yunanlılar’ın çıkardığı isyanlar “bağımsızlık savaşı”; Kıbrıs’ta masum Türk halkının katliamlardan kurtarılması için gösterilen çabalar ise “Türk Barbarlığı” olarak adlandırılmıştır.

f.  Girit için 1897 yılında Osmanlı – Yunan savaşı, Kıbrıs için ise 1974’de ise Türk-Yunan savaşı baş göstermiştir.

g. Her iki seferde de Elenizmi yaymak için Türkiye’deki Rum okulları dahil okul ve kiliseler yaygın olarak kullanılmıştır.

ğ. Büyük Avrupa devletleri, Yunanlıların Megali İdea emellerine sempati ile bakmış ve destek vermiştir. Nitekim Fransa 1867 Girit ayaklanması üzerine, Girit için aynı şimdiki gibi plebisit yapılmasını önermiş ve  Rusya ile birlikte adanın Yunanistan’la birleşmesini desteklemiştir.

h. Girit de özerk bir statüye kavuştuğunda ayrı bir bayrağı, pulu, parası ve polisi vardı. 1960’da Kıbrıs Cumhuriyetinin de ayrı bir bayrağı, pulu, parası, polisi, Türklerle ortak bir Meclisi ve hükümeti vardı. Fakat Girit, nasıl özerk yönetimden enosise ulaşmışsa, Kıbrıs Rumları da aynı yöntemlerle bağımsız cumhuriyeti bir basamak olarak kullanmış ve Yunanistan’la birleşme yoluna girerek ortak devleti yıkmaya çalışmışlardır.

ı. 1931 isyanı, 1955-59 EOKA tedhişi ve 1963-74 yıllarında Türk toplumunu imha hareketleri ve Akritas planı, hep Girit’teki uygulamaların birer tekrarı niteliğindedir.

i. Kıbrıs’ın bağımsızlığı da Yunanlılar ve Rumlar tarafından, Girit’te olduğu gibi, ENOSİS için bir sıçrama tahtası kabul edilmiştir 1963 Rum saldırılarından sonra, 1964 yılı Mart ayında Kıbrıs’a gelen BM Barış Gücü, Rumların ada üzerindeki egemenliğini yayma ve sürdürmelerinde kendilerine yardımcı olması Kıbrıs’ı, bir Türk –Rum ihtilafı olmaktan çok BM’in ve bugünde Avrupa Birliği’nin ilgi alanı içine girmiş olması gibi örnekleri çoğaltılarak sıralanabilir. Kıymetli okuyucu en çarpıcı benzerlik, 2004 Annan Plânı ile 1868 Girit Nizamnamesi arasında bulunmaktadır:

 1-Girit; Hanya, İsfakya, Kandiye, Resmo, Laşid adıyla beş sancağa,
sancaklar kazalara, kazalar nahiyelere bölünecek. 2-İsfakya ve Laşid sancak mutasarrıfları Rumlardan, Kandiye ve Resmo sancak mutasarrıfları Türklerden, kaza kaymakamları ise halkın çoğunluğuna göre Rum ya da Türklerden olacak. 3-Türk mutasarrıflara birer Rum, Rum mutasarrıflara birer Türk yardımcı tayin edilecek.  4-Her mutasarrıf ve kaymakam nezdinde Rum ve Türklerden 3'er kişinin katıldığı meclisler görev yapacak. 5-Osmanlı’nın atayacağı vali nezdinde "Vilayet İdare Meclisi" adıyla bir meclis kurulacak. Meclis, her sancaktan biri Türk, biri Rum seçilmiş temsilcilerden oluşacak. Bunlar "Vilayet Umumi Meclisi" tarafından seçilecek. 6-Vilayet Umumi Meclisi, her kazadan seçilen Türk ve Rum
temsilcilerden oluşacak ve kanun koyma yetkisi, bu mecliste olacak.

 Bitmedi kıymetli okuyucu; Girit’te de Girit’i yabancı komisyonlar idare ediyordu; Kıbrıs’ta da Anan’ın kurduğu “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde” şu “yabancı kurullar” etkin rol oynayacaklardır: Kıbrıs Merkez Bankası, Kıbrıs Yüksek Mahkemesi, Vatandaşlık Kurulu,Yabancılar Kurulu, Adliye Kurulu, Yeniden Yerleştirme Kurulu, Mülkiyet Kurulu, Gayrimenkul Mahkemesi, Uzlaşma Komisyonu Aynı.

Girit’teki gibi..

 Bu kurullarda eşit sayıda Türk ve Rum üye, fakat sonucu etkileyecek oranda da yabancı üye bulunacaktır.Yabancılar şimdiye kadar hangi tarafa “müzahir” olmuşlardır kıymetli okuyucu?Bütün dünya silahlanıyor, birbirini yiyor ama her nedense Anan sadece Kıbrıs’ı “silahsızlandırmak” istiyor..

            Silahsızlandırmak istiyor ama güneydeki İngiliz üslerine hiç dokunmuyor.

            Ada’ya geçiş süresi içinde BM askeri konuşlanacak.. Sonra?

            Sonrası gene başa dönülecek, BM askerinin “etkin denetim ve gözetimi altında” Rumlar, “silahsızlandırılmış” olan Türkleri kesecekler.

            Aynı Girit’teki gibi...

             Yâni Rumlar, yabancıların koruyucu şemsiyesi altında Türkleri “idare” edecekler.

            BM askerleri ve yabancı kurullar nezaretinde gerçekleştirilecek olan Türklerin kesimi ise, tabii ki İslâmi kurallara göre değil, ruhanî ölçütlere göre yapılacak.Aynı Girit’teki gibi…  

BATI TRAKYA

Konunun burası özellikle hayati önem arz etmektedir. Çünkü ortada hem bir plebisit-referandum konusu vardır, hem de; Anan Plânı sonrası AB vatandaşlığı kazanımında Kıbrıs Türklerine; Yunanistan’ın AB’ye girdiğinden beri AB vatandaşı olmaları bakımından örnek olarak gösterilmekte olan Batı Trakya Türk azınlığının başına gelenleri “terennüm” edecektir bu bölüm.

 

Kısaca ifade edelim; Batı Trakya Türkleri 15 senedir; AB üyesi olan “Yunanistan içinde bir azınlık” olarak (Aynı Anan ile Kıbrıs Türklerinin, Rumlar nezdinde yapılması öngörüldüğü gibi) “AB vatandaşıdır” ama a) kendi milletvekillerini seçmeleri ülke çapında getirilen % 3’lük baraj ile engellenmektedir, b) fert başına düşen milli gelir Yunanlılara göre beş’te bir oranında daha azdır, c) Askerlikten muaf filan değillerdir, Yunan subayları emrinde –geri hizmette- “silah verilmeden” askerlik yapmaktadırlar.

 

Yâni hem siyaseten kendilerini ifade edememektedirler, hem AB üyesi olmanın getirdiği ekonomik avantajdan Yunanlılar kadar istifade ettirilmemektedirler.

 Peki Batı Trakya Türkleri bu duruma nasıl gelmişlerdir?

 

Bulgarlar Birinci Dünya Savaşında Makedonya cephesinde ağır bir yenilgiye uğradıktan sonra aynı Osmanlı İmparatorluğu gibi mütareke imzalamaya kabule zorlandılar.

 Mütareke şartları tabiatıyle Mondros gibi ağırdı. Müttefikler gerekli gördükleri Bulgar topraklarını işgal edeceklerdi.

İşte bu şarta uygun olarak 1913’den beri Bulgar egemenliğinde bulunan Batı Trakya, 15 Ekim 1919 tarihinde müttefikler tarafından işgal edilir.

 

Batı Trakya’da Fransız General Şarpi idaresinde yöneticilerin Türk olduğu kukla bir hükümet kurulur. Kasım-Aralık 1919’da Batı Trakya'da kurulan bu idare bir geçiş dönemi idaresidir ve asıl amaç bölgenin Yunanlılara devrini kolaylaştırmaktır. Fransızlar hükümet fiilen kurulmadan önce İskeçe' nin Yunanlılar tarafından işgal edileceğini dahi açıklarlar.

 Ancak Şarpi Fransız Mandasında bağımsız bir Batı Trakya hükümeti kurmak için çalışmalara başlar, Yunanlı hükümet mümessili Vamvakas da bölgenin Yunanistan’a devri için.

Şarpi’nin çabalarının, AB “mandası” ile şimdi Kıbrıs Türklerini kandırmakta olan Karen Fogg-Verhaugen ikilisinin çalışmaları arasındaki benzerliğe dikkat..

 

Buna göre İtilaf Devletleri arası Muvakkat Batı Trakya Hükümeti”; Gümülcine'de Şarpi kontrolundaki bir Türk tarafından (Arif zade Arif Efendi), Batı Trakya'nın Doğu Trakya ve Türkiye ile her türlü ilgisini kesmek ve Batı Trakya'da Fransız mandasını sağlamak için kurulur.

 

Şarpi-Arif Efendi; muhtemel bir plebisit öncesi “Fransız yardımıyla kurulacak Türk Hükümeti idaresinin bir nevi istiklâl olduğunu halka anlatmak maksadıyla” birlik ve dernekler kurarlar. (Şimdiki AB yanlısı STÖ ve meslek örgütleri). Bu maksatla Müslüman Gençler Birliği teşekkül ettirilir.

Buna rağmen halk arasında Türkiye yanlısı cereyan da yok değildir. “Türküz, yaşarız biz kinimizle; Ağlama sen garip vatan, Kafkasya dağları, Annem beni yetiştirdi” gibi milli şarkı ve türküler hayli rağbettedir.

24 Nisan 1920’de San Remo’da Batı ve Doğu Trakya Yunanistan’a verilir.

 Nisan 2003’de Rumlar AB’ye kabul edilince Simitis’in “Enosis’i başardık” demecine dikkat..

12 Mayıs 1920 günü; plebisitte oy kullanacak mümesillerin seçimi yapıldı. Nüfus oranına göre 5 Türk; 1 Yahudi, 1 Rum, 1 Bulgar mümessil seçilecekti. Türk tarafında, bir ölçüde bağımsızlıkmış gibi takdim edilen Fransız mandası için oy kullanacağı düşünülen mümessillerin seçileceği kanaati hakimdi.

 Batı Trakya’nın 12 Mayıs 1920’si; Kıbrıs’ın 14 Aralık 2003’üdür kıymetli okuyucu..Seçimler sonucu sandıklar açılıp oylar sayılınca şok yaşandı; halkın çoğunluğunun düşüncesi istikametinde oy kullanacağı varsayılanlar değil, kimsenin tanımadığı muhtemelen Yunan muhibbi şahıslar seçilmişti.Biz de 14 Aralık seçim sonuçları açıklanınca benzer bir şok yaşamadık mı?Şarpi-Arif Efendi telaşa düşüp olabildiğince durumu kontrol edilebilir hâle getirmeye çalıştılar.                                                                     

Mutasarrıf Arif efendi; Türk mümessillerin tamamı üzerinde etkisi olacağı varsayılan Hafız Salih Efendi ile makamında bir konuşma yaptı.

 Hafızın cevabı konunun alacağı hâli açıklaması bakımından son derece ilginçtir:“Fransız idaresinde kalmak sakıncalıdır. Çünkü Fransa büyük devlettir. Sonra ondan yakamızı kurtaramayız. Halbuki Yunanlılar küçük bir millettir. Onlardan kurtulmak Batı Trakya’lılar için zor değildir.”İki gün sonraki seçimde delegelerin Batı Trakya’nın Yunanlılara verilmesi yönünde oy kullanacağı belli olmuştu.

 

Batı Trakya’nın 14 Mayıs 1920 plebisiti, Kıbrıs’ın 20 Nisan 2004 referandumudur..

 14 Mayıs günü oylamanın yapılacağı Mutasarraflık bahçesi erken saatlerden itibaren köy ve kasabalardan gelenler tarafından doldurulmuştu. Bandolar marşlar çalınıyordu. Fransız mandası altında da olsa bağımsız bir devlet kurabilecek sonucun çıkacağı varsayımıyla halk oyunları oynanıyordu.Manda fikrinde olanlar; bu devletin Türkiye ile Yunanistan arasında bir tampon  olabileceği argümanını da ekliyorlardı tezlerini kabul edilebilir göstermek için.

Oy kullanacak mümessiller halkın arasından geçerek binaya girmeye çalıştıkları zaman da “Türküz, ölürüz namusumuzla” marşı çalıyordu.

 Kısa süre sora; işgalci ülkelerin müşahitleri önünde yapılan oy verme işlemi bitti. Ve mümessiller çıkmaya başladılar. Mümessiller üzgün ve başları yerde çıkıp, süratle bahçeyi terk ettiler.

Fazla beklenilmedi.

 Belediye Başkâtibi Bursalı Şerafettin Bey balkona çıkıp ağlar gibi titrek bir sesle sonucu açıkladı:

“Hemşehrilerim, mümessillerimiz oylarını ekseriyetle Yunanlılar lehine kullanmışlardır. Musevi ve Bulgar mümessil ile bizden Hacı Yusuf Fransız mandası altında bağımsız Türk devleti için; diğer dört Türk ile Yunan mümessil Yunanistan’a ilhak için oylarını istimal etmişlerdir. Vaziyet budur.”

 

Halk şaşırıp kalmıştı. Ağlayanlar kalabalık bir yekûn tutuyordu. Mümessillere küfredenler de vardı. Kalabalığın içinden bir ses; “Dağılmadan Sohtalar Medresesine gideceğiz, buradaki büyük bahçede miting yapacağız. Bu rezaleti müttefikler nezdinde protesto edeceğiz. Yürüyelim arkadaşlar. Davullar zurnalar susmasın. Milli marşları çalmaya devam etsin. Yürüyoruz.”

 O gece ve ertesi gün halkı galeyana getirecek çok konuşmalar, toplantılar yapıldı, marş ve türküler çalındı.Ama iş işten geçmişti kıymetli okuyucu.. Ertesi gece Yunan birlikleri kasaba ve köyleri işgal ettiler.

14 Mayıs 1920’den Mart 2004’e tam 84 yıl geçti.

 Tam 84 yıldır Batı Trakya Türkleri “Yunanistan Fransa’ya göre küçük devlettir, ileride nasıl olsa onların elinden kendimizi kurtarırız” aldatmacasının hayal kırıklığını yaşıyorlar.Mümessilleri büyük ihtimalle Vamvakas, para ile satın almıştı.Ama Batı Trakya Türkleri’nin bir “Rauf Bey”leri yoktu.

Bu örnek gözümüzün önünde iken 20 Nisan referandumunun benzer sonuçlar doğurmaması için elden gelen yapılmalıdır.

 

20 Nisan gecesi Batı Trakya plebisiti gibi bir sonuç çıkması halinde istediğiniz yerde miting yapıp, marş çalın, tanımayacağız deyin.

 İş işten geçmiş olacaktır.Testi kırılmadan Rauf Bey’in-Eroğlu’nun etrafında birleşin.Sonra sevgili Kıbrıs Türkleri, başınızı vuracak taş bulamazsınız..

28 Mart 2004

 “BOZKURT DERGİSİ” Kıbrıs Özel Sayısı                   Nisan 2004

 

56901 ziyaretçikişi burdaydı!
 

REKLAM VER

---Adim---

Sitemize reklam vermek için bize ulaşın reklamver@mynet.com Anasayfaya Reklam verebilirsiniz

---Adim---

REKLAMLARA BAK

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol